The only cure for madness
is the innocence of facts.

- Jacques Riviere in a letter to Antonin Artaud

There are two truths which men will not generally believe: one is not knowing anything, the other is not being anything. Add a third, that grows largely from the second: of having nothing to hope for after death.

Giacomo Leopardi, from his journals

(Thanks to James Walsh for finding it.)

and

Of a distant person one can think, and of a person who is near
one can catch hold - all else goes beyond human strength.

Kafka - letter to Milena
Image: Hans Christian Andersen

died

died penniless, alone with his pigeons.

Adı Uğurdu


Adı Uğurdu



Adil Okay



Adı Uğur’du. 5 C öğrencisi.



Daha cinsiyetinin farkına varacak yaşa gelmemiş, 11 yaşında bir çocuktu. Benim, senin, onun oğlunun yaşında; kaderi benzemesin derler ya. Bu topraklarda yaşıyorsanız, Uğur’un kaderi sizin çocuğunuzun da kaderi olabilir.



Uğur’un annesi ağıt yakarken, susanlara, tepki vermeyenlere, katillere, suç ortaklarına beddua ederse haklıdır; oğlunuzun kaderi Uğur’umun kaderi olsun derse.

Cinnet halidir bu.



Doğu’nun intikam geleneği erkekler arasında olduğu için, Allaha havale edecektir Uğur’un annesi, katilleri, katillerden hesap sormayanları. Ve ağız dolusunca beddua edecektir.



Siz etmez miydiniz?

Susar mıydınız yoksa?

Sustuğunuz zaman suç ortağı olursunuz ve susanların çoğaldığı bir ülke onurunu kaybeder. Yeni çocukların öldürülmesini engellemek için sokaklara dökülecek insan kalmaz. Sıra size geldiğinde şaşarsınız yalnızlığınıza.



Bir akşam üstü, Mardin’in Kızıltepe ilçesinde bir baba ve oğul polisler tarafından ‘terörist sanılarak’ kurşuna dizildi.



Çocuk Uğur’un ayağında terlikleri, ellerinde babasının kamyonuna taşıdığı battaniye vardı. O küçük çocuk ellerini dört mermi parçaladı önce. Ne olduğunu anlayamadı. Bir an babasından yardım ister gibi baktı, sonra göğsüne dört kurşun daha saplandı. Dizlerinin üzerine düşmeden önce geriye döndü, son olarak evlerine baktı annesini görmek umuduyla ve sırtına dört kurşun daha.



Parçalandı küçük Uğur, zalim kurşunlarıyla.

Devletin güvenlik ve şefkat kurumları, ‘güvenlik ve şefkati’ kendi evlerinde, eşlerine, çocuklarına bırakıp gelmişlerdi.



Uğur’un payına, polislerin soğuk mermileri düştü.

Çocuğum, çocuğunuz yaşındaki Uğur, babasının yanında, ayağında terlikleriyle son nefesini verdi. Babası ölmeseydi, ‘Uğur’um öleceğine, ben ölseydim keşke’ der, saklardı gözyaşlarını.



Uğur’un annesi, öksüz kalan çocuklarına sarılarak Kürtçe ağıtlar yakıyor şimdi. Biz de Türkçe ağıtlar yakalım.



Filistin’de öldürülen çocuklar için üzülüyoruz. Felluce kalbimizi yakıyor. Elimizden gelse ABD ve İsrail’i bir kaşık suda boğacağız.



Katil ABD, katil İsrail diye slogan atıyoruz.

Ya Uğur’un, Uğur’ların katilleri.

‘Terörist sanılarak’ kurşuna dizilen küçük çobanı anımsıyor musunuz? Ve diğerlerini.

Kafanızı çıkarın kumdan. Yüzleşin gerçeklerle. Demokratlığınız sadece Batı’da kalmasın. Sizin de Uğur’unuz, canınız, cananınız öldürülebilir. Sizi koruması için vergilerinizle maaşlarını ödediğiniz güçler, yarın sizin de çocuğunuzu ‘yanlışlıkla’ katledebilir.



‘Doğu’yu güvenlik güçlerine teslim ettik’ deyip rahat uyumaya çalışmamız ne Doğu’yu, ne bizi kurtarmıyor. Kurtarmaz.



Doğu’da ‘bu cennet vatanın’ bir parçası değil mi?

Uğur kimilerinin deyimiyle ’Türk vatandaşı’, kimilerine göre ’Türkiyeli’ değil miydi?

Çocukların vatanı, cinsiyeti olmaz demiyor muyuz?



Uğur, resmi makamların tabiriyle ‘düşük yoğunluklu savaş’ın sürdüğü top-raklarda doğmuş, büyümüştü. Kırılgan barış ortamında, ilköğretimine devam ediyor, adı ilçe olan köylerinde toz-toprak, mermi-mayın arasında arkadaşlarıyla oyunlar oynuyordu.



Oğlan çocuğuydu; babasının gizli tercihi.

Doğuda oğlan çocukları babalar için iftihar konusudur.

Ama o, iftiharla kucaklanan oğlan çocuklarını, açlık bekliyor doğuda.

Adaletsizlik bekliyor.

‘Öteki’ olmak bekliyor.

Bir akşam üstü, babasının kollarında, evinin önünde kurşuna dizilmek bekliyor.

Kinle, intikam duygularıyla büyümek bekliyor.

Siz sustuğunuz sürece.

Biz sustuğumuz sürece.

acem eli..

İran'da “reformcu” denen kesimin, baskıcı rejimin yıkılması, şeriat kanunlarına son verilmesi, demokratik hak ve özgürlüklerin genişlemesi gibi bir amacı asla yok..dini kisveye bürünmüş burjuvaların kendi arasındaki güç savaşıkanlı bir şekilde devam ediyor...“Reformcu” denen kesimin şeriat kurallarını yürürlükten kaldırmak ve topluma özgürlük getirmek gibi bir programıda zaten yok...

Esas mesele, rejimin sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde ne kadar dışa açılacağı, ekonomik gücün ve siyasal iktidarın nasıl paylaşılacağıdır.

Mayınlar Kimin İçin?


mayınlı arazinin temizlenmesi ve bu arazinin nasıl kullanılacağı tartışmaları mecliste kavgaya varan tartışmalarla devam ediyor...

tartışmadaki ana soru hep aynı:

Mayınları kim temizleyecek?

başka sorularda var mı?

Neden o araziye mayınlar döşendi? gibi...
Mayınlı arazinin varlığı kimlerin işine yarıyordu?gibi...
Bugün değişen nedir ki mayınların temizlenmesine karar veriliyor?gibi...
mayın döşemek temizlemekten daha kolay mı?gibi...
vs.

dünyadaki bütün devletler kendine yapılan mayınlı saldıraları kalleşçe bulur ama yıllardır yaptıkları;atom bombalarıyla, her türlü nükleer ve konvansiyonel silahlarla insanlığı ve doğayı yok oluşa sürükler,bunada "vatan savunması" der...

Mayınlı arazinin temizlenmesinde ve Kürt sorununun çözümünde egemen sınıfı toplumsal çıkarlar değil kendi sınıfsal çıkarları daha çok düşündürtüyor...

fantasia

There is music from the nineteenth century, which is so unbearably solemn that it can only be used to introduce waltzes. If it were left as it is, people listening to it would fall into a despair beside which every other musical emotion would pale. All the feeling of great tragedy would surely overwhelm them and they would have to veil their heads with gestures that have fallen out of use since time immemorial. This music no longer possesses a form with plangent tunes, and each stands on its own so that the listener is exposed to them in their naked immediacy. Only the excess of pain helps which springs from the certainty that things cannot go on like this. The double attack of F in the violins, the dominant of B-flat minor - a pathetic remnant of sadness together with a tiny E grace note, which a moment later will drive on the waltz melody in sharp, jolly spasms, always staccato and always in the train of the E.
Nowadays such music thrives for the most part only in the bad music played in zoos or in the small orchestras in provincial spas.
Children are its greatest fans.

- Adorno/Zola

?

Who has turned us round like that, that we,
do as we may, are in the attitude
of going away?

- rilke

L'ARGENT

"All could be well, but in fact all is lost."

- Adorno, 'Mahler'

"Looking at the stars always makes me dream, as simply as I dream over the black dots representing towns and villages on a map. Why? I ask myself, shouldn't the shining dots of the sky be as accessible as the black dots on the map of France? Just as we take a train to get to Tarascon or Rouen, we take death to reach a star. We cannot get to a star while we are alive any more than we can take the train when we are dead. So to me it seems possible that cholera, tuberculosis and cancer are the celestial means of locomotion. Just as steamboats, buses and railways are the terrestrial means. To die quietly of old age, would be to go there on foot." —Vincent van Gogh